Ailem Kocaeli Yazarlarından Yasemin Demirel;
Eylül ayı bitişlerin ve başlangıçların ayı; yaz mevsimi sona ererken, kentimizde sanat etkinliklerinde bir başlangıç anlamına geliyor.
23 Eylül’de İzmit İkizliçeşme’de bulunan Yei Artshop’ta, 6 seramik heykel sanatçısının katılımıyla bir çağdaş seramik sergisi açılacak ve böylece kentimiz özel bir sanat galerisine kavuşmuş olacak.
Bu ay bahsetmek istediğim sanat akımı ise; Yeryüzü Sanatı ya da diğer adıyla “Land Art,” 1960’ların sonlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan ve doğayı bir sanat ortamı olarak kullanan bir sanat hareketidir. Bu hareket, modern sanatın geleneksel sınırlarını zorlayan, sanatçının doğa ile doğrudan bir diyalog kurmasını teşvik eden bir yaklaşımla ortaya çıkmıştır. Yeryüzü sanatı, galerilerden ve müzelerden uzaklaşarak geniş açık alanlara, doğal çevrelere yönelmiştir. Bu sanat biçimi, sanatçının çevreyle fiziksel olarak etkileşimde bulunmasını ve doğal elementleri sanatın bir parçası olarak kullanmasını içerir.
Land Art, genellikle doğa ile iç içe geçmiş, geçici veya kalıcı büyük ölçekli projeleri içerir. Bu projeler, çoğunlukla insan yapımı olan ve zamanla doğanın güçleri tarafından dönüştürülen eserlerdir. Bu nedenle yeryüzü sanatı, doğanın sürekli değişen yapısına ve zamanın etkilerine dikkat çeker. Sanatçılar, eserlerinde toprağı, kayaları, bitkileri, suyu ve diğer doğal elementleri kullanarak hem estetik hem de kavramsal bir mesaj iletmeye çalışırlar.
Land Art’ın Tarihsel Gelişimi
Land Art, 1960’ların sonunda Amerika’da minimalist sanat ve kavramsal sanatın etkisi altında gelişmiştir. Minimalist sanatın sadeliği ve geometrik formlarına karşı bir tepki olarak ortaya çıkan Land Art, doğanın kaotik ve düzensiz yapısını kucaklamıştır. Bu sanat hareketi, sanat eserinin fiziksel mekânla olan ilişkisini yeniden tanımlayarak, sanatın sadece bir nesne olarak değil, bir yer ve süreç olarak da algılanabileceğini göstermiştir.
Bu dönemde sanatçılar, galeri ve müzelerin beyaz duvarlarından kurtulmak, sanatın izleyiciyle daha doğrudan bir şekilde etkileşime geçmesini sağlamak amacıyla büyük ölçekli açık hava projelerine yöneldiler. Sanatçılar, çalışmalarını insan müdahalesinin az olduğu geniş doğal alanlarda gerçekleştirerek, doğanın kendi kendini iyileştirme ve dönüştürme gücünü vurguladılar.
Land Art’ın doğuşu, aynı zamanda dönemin sosyal ve politik iklimiyle de ilişkilidir. 1960’lar ve 70’ler, çevresel farkındalığın arttığı ve doğaya olan ilginin yeniden canlandığı bir dönemdi. Bu dönemde çevre hareketleri güç kazandı, çevre koruma yasaları çıkarıldı ve doğanın korunması konusunda artan bir bilinç oluştu. Land Art, bu sosyal ve çevresel hareketlerle paralel bir şekilde gelişmiş ve doğayı sanatsal bir ifade aracı olarak kullanarak çevresel sorunlara dikkat çekmiştir.
Önde Gelen Land Art Sanatçıları ve Eserleri
Robert Smithson: “Spiral Jetty”
Robert Smithson, Land Art’ın en tanınmış isimlerinden biridir ve “Spiral Jetty” eseriyle bu hareketin sembolü haline gelmiştir. 1970 yılında Utah’daki Büyük Tuz Gölü’nde inşa edilen “Spiral Jetty,” 457 metre uzunluğunda ve 4,6 metre genişliğinde bir spiral formda inşa edilmiştir. Bu eser, doğrudan doğanın bir parçası olarak inşa edilmiş ve zamanla göldeki su seviyesinin değişmesiyle tamamen kaybolmuş veya tekrar ortaya çıkmıştır. “Spiral Jetty,” doğanın döngüselliğini ve zamanın geçişini sembolize eder ve izleyiciyi bu doğal süreçlerle yüzleşmeye davet eder.
Nancy Holt: “Sun Tunnels”
Nancy Holt, Land Art hareketinin öncülerinden biri olarak, doğayı bir sanat malzemesi olarak kullanmanın ötesine geçerek, izleyicilerin doğayla olan deneyimlerini dönüştürmeyi amaçlamıştır. Holt’un en bilinen eseri “Sun Tunnels,” Utah çölünde yer alır ve dört büyük beton tünelden oluşur. Bu tüneller, yaz ve kış gündönümlerinde güneşin doğuşunu ve batışını çerçeveleyerek izleyicilere doğa ile iç içe geçmiş bir deneyim sunar. “Sun Tunnels,” doğanın ve evrenin düzenini görselleştirir ve insanların bu düzene olan bağlantısını vurgular.
Walter De Maria: “The Lightning Field”
Walter De Maria’nın “The Lightning Field” eseri, Land Art’ın en ikonik çalışmalarından biridir. 1977 yılında New Mexico’da inşa edilen bu eser, 400 adet paslanmaz çelik direğin geniş bir alana dikilmesiyle oluşturulmuştur. Direkler, doğal olarak meydana gelen yıldırımları çekmek ve bunları gözler önüne sermek amacıyla düzenlenmiştir. “The Lightning Field,” doğanın güçlerini ve insanın bu güçler karşısındaki yerini sorgulayan bir eserdir. Ayrıca izleyiciyi doğanın büyüklüğü ve gücüyle yüzleştirirken, sanat ve doğa arasındaki sınırları bulanıklaştırır.
Michael Heizer: “Double Negative”
Michael Heizer, Land Art’ın kurucu isimlerinden biri olarak kabul edilir ve “Double Negative” eseriyle tanınır. 1969 yılında Nevada çölünde inşa edilen bu eser, birbirine bakan iki büyük hendek şeklinde düzenlenmiştir. Heizer, bu eserde toprağı kazıyarak devasa boşluklar oluşturmuş ve bu boşlukları eserin bir parçası haline getirmiştir. “Double Negative,” mekânın ve boşluğun sanatın bir parçası olarak nasıl kullanılabileceğini gösterir ve insan müdahalesinin doğaya olan etkisini sorgular.
Christo ve Jeanne-Claude: “Running Fence”
Christo ve Jeanne-Claude, Land Art’ın en popüler ve geniş kapsamlı projelerinden bazılarını gerçekleştiren sanatçılardır. 1976 yılında California’da gerçekleştirilen “Running Fence,” 39 kilometre uzunluğunda bir beyaz naylon çit olarak inşa edilmiştir. Bu eser, çiftlik alanlarından geçerek denize kadar uzanmış ve izleyicilere doğanın genişliğini ve sınırlarını göstermiştir. “Running Fence,” doğanın manzarasını dönüştüren ve bu dönüşümü geçici bir sanat eseri olarak sunan bir çalışmadır.
Land Art’ın Estetiği ve Felsefesi
Land Art, doğanın estetik ve kavramsal bir öğe olarak kullanıldığı bir sanat hareketidir.
Bu sanat biçimi, doğa ile insan arasındaki etkileşimi, zamanın ve mekânın rolünü, ve geçiciliğin güzelliğini vurgular.
Land Art sanatçıları, eserlerinde doğayı yalnızca bir arka plan olarak değil, sanatın ayrılmaz bir parçası olarak kullanırlar. Doğanın kaotik yapısını, düzensizliğini ve sürekli değişimini kabul ederler ve bu özellikleri eserlerinin bir parçası haline getirirler.
Bu sanat hareketi, aynı zamanda mekânın önemini de vurgular. Land Art, eserin yerleştirildiği mekânla olan ilişkisini sorgular ve bu mekânı eserin bir parçası haline getirir. Sanatçılar, eserlerini inşa etmek için belirli bir mekân seçerler ve bu mekânın özellikleri eserin anlamını ve estetiğini belirler. Bu anlamda, Land Art, sanatın mekânla olan ilişkisini yeniden tanımlar ve izleyiciyi bu ilişkiyi sorgulamaya teşvik eder.
Land Art sanatçıları, doğayı yalnızca estetik bir öğe olarak kullanmazlar; aynı zamanda doğanın korunması ve sürdürülebilirliği konusunda bir mesaj iletmeye çalışırlar. Bu eserler, izleyicilere doğanın güzelliğini ve kırılganlığını hatırlatır ve doğanın korunması gerektiğine dikkat çeker. Bu anlamda, Land Art, çevresel farkındalığı artıran ve doğanın korunması gerektiğini hatırlatan bir sanat hareketidir.
#YASEMİNDEMİREL